Cevabı Beklenmeyen Mektup
GÜNÜN YAZISI

 
 
       “İnsanlar her adımını mezardan uzaklaşmak için atar. Yine her adımda mezara bir adım daha yaklaşır. ( Nitekim her nefesi hayatı uzatmak için alır. Yine her nefeste hayatından bir nefeslik zamanı azalır.) “*
 
Bitanem;
 
         Sen de benim için nefes almak gibisin. Aldığım her nefeste hayata tutunmamı sağlıyorsun. Yaşıyorum yani. Ama şu var ki; yine aldığım her nefes,  Tanrının bana bahşettiği nefes sayısını eksilttiğinden dolayı ölüme bir nefeslik daha yaklaşıyorum. Sen yoksan yanımda zaten nefes bile alamıyorum.  Yani şu an ne yaşıyorum ne de ölüyüm. Araf’tayım.
       Günün sonuna yaklaşıyoruz hala yağmur yağıyor.  Nisan yağmurları başladı.  Buraların yağmurları da bir başladı mı artık gerisini sen düşün.  Toprak çürüyecek diye korkuyorum inan ki.  O kadar çok yağıyor.  Bu sabah erken sayılabilecek bir vakitte başladı.  Ben de inadına yağmurda yürüdüm.  İliklerime kadar ıslandım.  Üşümedin mi,   diye soruyorsan,  cevabım hayır olacak. Neden mi?  Çünkü üşüdüğümü hissettiğim vakitlerde her zaman yaptığımı yapıyorum.  Ne mi yapıyorum; tabii ki seni düşünüyorum.
       Yağmur sonrası toprak nasıl kokar bunu yaşadın mı hiç?  Ben çok gördüm ve yaşadım.  İçki içmediğimi bilirsin. Ama toprağın kokusuyla çok sarhoş olduğumu biliyor musun onu bilmiyorum.  Keşke diyorum şu an yanımda olsaydın da yağmur dinince birlikte karşıdaki ormanlık alana giderek beraberce toprağın kokusunu,   ciğerlerimizin çeperleri  “yeterrrr, imdattttt “ diye bağırıncaya kadar içimizde tutmaya çalışsaydık.
       “Seninkisi de iş mi yani” dediğini duyar gibi oluyorum. İş değil tabii.  İşin bu noktaya gelmesine izin vermemeliydim.  Giderken kollarımı iki yana makas gibi açarak “dur gitme” diyebilme cesaretini gösterebilmeliydim.  Nerde bende o yürek.  Korkağın ta kendisiymişim de haberim yokmuş kendimden.
       Şimdi bu kahredici yalnızlıkla boğuşuyorken ben,  kim bilir sen ne haldesin?  Aslında benim yalnız kalmamın veya sıkıntılarımın ne önemi olabilir ki.  Hatırlıyor musun seninle ilk defa yağmurlu bir gün ikindisinde beraber olmuştuk.  Yağmur ha dinecek, ha dinecek diye saatlerce konuşmuştuk. Asında sen de ben de yağmurun sonsuza kadar dinmemesini arzu ediyorduk.  Camları,  nefeslerimizle, buğulandıkça siliyorduk.
Peki ne dinliyorduk daha çok kasetten.  Daha çok derken her zaman diyeyim. Hatırlamıyorsan ben sana hatırlatayım. Ama bal gibi hatırladığını biliyorum bu arada.  Bak ipucu da vereyim.  “Kahverengi gözlerin” , nostalji modası yeni yeni başlamıştı da bana nostalji 1 kasetini sen almıştın. Muazzez Ersoy da hakkını veriyordu canım. O ne ses, o ne güzel yorum. Ben de kestane rengi gözlerine baka baka şarkıyı bilmem kaçıncı defa dinliyordum. Hani; “sıkıldıysan dinlemeyelim” diyordun her defasında, ben ise “hayır bitanem” diyordum.  Şimdi de aynı şekilde düşünüyorum. Gerçekten hiç ama hiç sıkılmamıştım.
       Hiç masumiyetini kaybetmemiş beraberliğimizin kim derdi ki bir gün biteceğini.  Ayrılığın her ikimiz için de ölümle eş değer olduğunu söylüyorduk ha bire.  “ama bak yaşıyoruz işte” dediğini duyar gibiyim. Tabii buna yaşamak denirse. Sensiz olan her yer bana ıssız, tenha. Sensiz olanher oda soğuk, her oda sıkıcı. Sensiz olan bu dünya bana yaban.
       Belki de ben yabaniyim bu hayata. Tutunamadım gitti. Darlanıyorum be canım. Sakın şikayet olarak algılama ne olur.  Senden başka kim anlayabilir ki beni. Zaten anlamasını isteyen kim.
       Geç oldu. Uydun mu bilmiyorum. Ben de uzattıkça uzattım doğrusu. Amacım seni sıkmak değil be canım.  “canım” derken bana dudak bükerek baktığını görüyorum. “Bu kadar uzaktan mı” demeyeceğini biliyorum. Hani yüzlerce kez birimizin hissettiği şeyi bir arada olmamamıza rağmen nasıl hissediyorduk hatırlasana. Her seferinde beni inandırmak için yüzlerce yemin ederdin de ben sana “ yemin etmene gerek yok bitanem,  ben de aynı şeyleri hissediyorum” derdim.  Bana “ruh ikizim” diye hitap etmeni seviyordum.  Hani derler ya insanın kalbi neden tek? Çünkü dengini bulmak için Yaratıcı onu tek yaratmış. Biz de iki beden bir yürek olmuştuk seninle.
      En çok neye gülüyorum biliyor musun?  Hani cep telefonları yeni çıkmıştı. Sen de bu gün takoz sayılabilecek bir telefon almıştın. Ama bu günkü gibi her yerde de çekmiyordu bu meretler o zaman.  Köye gitmiştin dersem hatırlayacaksın. Aklına geldi mi? Köyde telefon çekmeyince kocaman ceviz ağacının tepesine tırmanıp oradan aramıştın beni.  Hem sana çok kızmıştım o zaman, düşüp bir yerini kıracaksın diye, hem de içten içe nasıl sevinmiştim anlatamam.
 Bu mektubu neden mi yazıyorum. Bunun cevabını şu an için bilemiyorum. Sonuna kadar yazabilecek miyim onu da kestiremiyorum. Masamın başından kalksam bir daha oturamam herhalde.  Gücümün yettiği yere kadar yazacağım. Sonra mı? Onun da cevabı kolay değil. Adresini bilmiyorum ki? Giderken nasıl ayrıldığımızı biliyorsun. “öyleyse yazmana gerek yok “ diyorsan yazacağım. Ve zarfın üzerine ismini yazıp posta kutusuna atacağım. Şayet ruh ikizi isek bu mektup enikonu sana ulaşır. Ulaşmazsa da varsın ulaşmasın. 
     Benim de aşk serüvenim bir mektupla başladı. Bir mektupla nihayete erecek gibi. Başka zaman anlatırım ya burada kısaca değineyim. Atsız’ ın “Geri Gelen Mektup” isimli şiirini yazdığım bir mektup hayatımı yeniden şekillendirmişti. Şimdi de Cevabı beklenmeyen bu mektupla yeni bir dönem başlıyor benim için. Artık sözün bittiği yerdeyim. Söylenecek ne varsa söyledim diyemem.  Aklımdan geçenleri sen,  yalnız sen tahmin edebilirsin.  Öyleyse yazmanın da bir manası yok artık.
      Vedaları ne sen sevdin, ne de ben severim. Zaten gidişinde vedasız oldu ya. Düşündüğüm tek şey “şu gök kubbenin altında nefes alıp veriyor olman” gerisi mi? Gerisini boş ver. Kestane gözlerinde hüznün yeri olmasın artık diyeceğim ama sen de benim gibisin. Dolayısıyla; hüznün de güzelliğini yaşayarak nefes alıp vermeye devam et.  Artık bulutlar da gözyaşlarını dökmekten vaz geçti sanki.  Onlar da mektubumun sona ermesini bekliyorlar gibi. 
       Ne yapalım bulutların bıraktığı yerden ben devam edeyim bari.
 
Çanakkale 04/04/2013
 
 
  • İntibah/ Namık Kemal  s.17, sis yayıncılık, 6. Baskı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 





Mustafa BerçinÜye / Erkek / 5/18/2016