GEORGE ORWELL
BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT
ROMAN
İngilizce aslından çeviren
Celal Üster
Can Sanat Yayınları
1.basım: 1984
55.basım: Ağustos 2016, İstanbul
350 sayfa
Yazar Hakkında Kısa Bilgi:
George Orwell, 1903’te Hindistan’ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde doğdu. Ailesiyle birlikte İngiltere’ye döndükten sonra, öğrenimini Eton College’de tamamladı. Gerçek adı Eric Arthur olan Orwell’ın İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yazdığı Hayvan Çiftliği, Stalin rejimine karşı sert bir taşlamadır. Orwell’ın en çok tanınan yapıtlarından Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, bilimkurgu türünün klasik örneklerinden biri olmanın yanı sıra, modern dünyayı protesto eden bir romandır. Bir Fili Vurmak ( makaleler), Burma Günleri ( ilk kitabı) diğer eserleridir. Orwell, 1950’de Londra’da öldü.
( Kitaptan )
“ Neden 1984?”
( …)
“Orwell, başlangıçta, öykünün geçtiği yıl olarak 1980’i seçmiş, kitabın tamamlanması biraz da hastalığı yüzünden uzadıkça ilkin 1980’i 1982 olarak değiştirmiş, daha sonra da 19842te karar kılmıştı. Romanına 1984 yılını tarih biçmesinin nedenini yakın dostu, yazar Julian Symons’a açıklarken, ‘Kitabımın yazımını 1948 yılında tamamladığım için, 1948’in son iki rakamının yerlerini değiştirmeye karar verdim,’ diyecekti.”( sayfa 340)
Kitabın ilk satırlarında romanın başkahramanı Winston Smith’le tanışıyorsunuz. Son satırlara kadar da Winston’ın gerek kendisiyle gerek içinde var olmaya çalıştığı acımasız yönetim şekliyle verdiği mücadeleye ortak oluyorsunuz.
“…Dondurucu rüzgârdan korunmak için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, bir toz burgacının da kendisiyle birlikte içeri dalmasını önleyecek kadar hızlı olmasa da, Zafer Konutları’nın cam kapılarından çabucak içeri süzüldü…”
“…Mutlu düşlere dalmış olan Winston, kadehinin dolduruluşuna aldırmadı bile. Artık ne koşuyor ne de yeri göğü inletiyordu. Yeniden Sevgi Bakanlığı’ndaydı, her şey bağışlanmıştı, ruhu arınıp ak pak olmuştu…”
Özgün kurgusuyla ve farklı anlatım tekniklerine başvurmasıyla ( diyalog, iç konuşma, geriye dönüş) yazar, durağanlığın önüne geçmekte başarılı olmuş. Her ne kadar Winston’ın ön planda olduğu bölümler biraz durağan olsa da genel olarak okuyucunun merak duygusu canlı tutulabilmiş. Özellikle Julia’nın olaylardaki varlığının artmaya başlamasından sonraki bölümlerde roman hem daha akıcı olmuş hem de okuyucu biraz nefes alabilmiş. Çünkü romanda anlatılan baskıcı yönetim anlayışı o kadar gerçekçi ve detaylı bir şekilde anlatılıyor ki okur olarak zaman zaman çok bunalabiliyorsunuz. Bu kadar baskıcı, insanın duygu ve düşüncelerini acımasızca denetleyen; hisseden, düşünen, hayal insanı yok eden bir yönetim anlayışı karşısında kanınız donuyor.
“…İki Dakika Nefret’in en korkunç yanı, insanın katılmak zorunda olması değil, katılmaktan kendisini alamamasıydı. Otuz saniye sonra en küçük bir zorlamaya gerek kalmıyordu. Tüm topluluk, elektrik akımına kapılmışçasına, ürkünç bir kin ve nefretle azgınlaşıyor, öldürme, işkence yapma, yüzleri bir balyozla yamyassı etme isteğine kapılıyor, insanlar ellerinde olmadan yüzleri kaskatı kesilerek çılgınlar gibi bağırıp çağırıyorlardı…”( 26.sayfa)
“1984”, arka kapakta da ifade edildiği gibi “geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosu”dur. Dolayısıyla okuduklarınız her ne kadar kanınızı dondurup sizi öfkelendirse de anlatılanlar distopik roman örneği niteliğiyle örtüşüyor. İyi bir geleceği hayal etmek kolay gerçekleştirmesi zordur. Olası kötü bir geleceği kurgulamaksa iyi bir gelecek hayal edenlere bir uyarıdır. “ Son zamanlarda nerdeyse tüm çocuklar korkunçlaşmıştı…” “ Parti’ye ve Parti’yle bağlantılı her şeye tapıyorlardı…” “Yenisöylem’in tüm amacı, düşüncenin ufkunu daraltmak. Yenisöylem İngsos’tur, İngsos da Yenisöylem’dir. Bağlılık, düşünmek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir…” (V. Bölüm )
Aslında dikkat çekmek istediğim o kadar cümle var ki! “1984” ü okumak her ne kadar çoğu yerde anlatımıyla ruhunuzu karartsa da yaşanmakta olanları ve yaşanabilecekleri anlattığı için okumaktan vazgeçmemelisiniz. İzlediğim bir filmde de dile getirildiği gibi: “Gerçek canınızı acıtsa da yalan öldürür.” Tabii bu romandaki siyasi anlayışta cesur veya mücadeleci olmanız, gerçekleri görmeniz ve sesinizi duyurmanız çok acımasızca yöntemlerle “yok edilmenize” varabiliyor. Yani yalanlara inanıyor gibi görünerek canınızı kurtarabiliyorsunuz.
“Her şey bir sis bulutu içinde yitip gidiyordu. Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu.” ( 88.sayfa) “Yakalanmaktan kurtulan da, konuşmamayı başaran da yoktu. Başınıza düşüncesuçu dolanmayagörsün, önünde sonunda ölüm kesindi.”
( 116.sayfa)
“…Eski uygarlıklar ya sevgi ya da adalet üstüne kurulduklarını öne sürüyorlardı. Bizim uygarlığımız ise nefret üstüne kurulu. Bizim dünyamızda korku, öfke, zafer ve kendini aşağılamadan başka bir duyguya yer yok. Başka ne varsa hepsini yok edeceğiz, hepsini…”( 290.sayfa)
George Orwell bu romanında başkahramanı Winston aracılığıyla aslında tüm insanlığı kurulabilecek çok acımasız bir dünya düzeni konusunda bizi uyarıyor. Her satır bir “çığlık” aslında. İliklerimize kadar hissettiğimiz bir çığlık. “ …Ansızın aklına bir soru düştü: Bu günceyi kimin için tutuyordu? Gelecek için, daha doğmamış olanlar için.” ( 19.sayfa)
Dünyada yaşanan olumsuz gelişmelerden ilham alarak(!) bazı öngörülerde bulunmak ve insanlığı uyarmak cesaret ister. Her şeyden önemlisi bugünkü siyasal, toplumsal gelişmeleri doğru analiz etmeyi gerektirir. Romanda anlatılan yönetim biçiminin ve dünya düzeninin hiçbir boyutuyla var olmamasını dilesek de bu tür eserleri dikkatle okumalı; yazarın verdiği mesajı doğru anlamalıyız. Romanı okurken, bu denli acımasız bir düzenin olmadığı bir dünyada olduğunuz için kendinizi mutlu ve şanslı hissedebiliyorsunuz. Ancak günümüzde bazı ülkelerde baskının farklı düzeylerde yaşanmakta olduğu gerçeğinin de farkında olmalıyız. Ama umutsuzluğun karanlığında kaybolmadan ve demokratik düzenin var olması için mücadele gücümüzü kaybetmeden. Her ne kadar romanın sonunda bu duygularımız hedefine ulaşmıyormuş gibi gösterilse de… Ne de olsa bu bir “kâbus senaryosu” diyerek umutlu olmaktan vazgeçmeyin derim.
George Orwell, İnsanın hırs ve acımasızlığının nerelere varabileceğini çok çarpıcı bir kurguyla romanlaştırmış. Kötülüğün sınırları olmadığını, her türlü aşırılığın, “güzel bir gelecek umudu” için ne kadar büyük bir tehdit olabileceğini gösteriyor.
“Gelecek kuşakların senin hakkını teslim edeceğini aklından bile geçirme, Winston. Gelecek kuşaklar senin adını bile duymayacak. Tarihten silineceksin. Seni gaza dönüştürüp stratosfere yollayacağız. Geriye hiçbir şey kalmayacak senden; ne nüfus kütüğünde bir ad ne de belleklerde yaşayan bir anı. Geçmişten silindiğin gibi, gelecekten de silineceksin. Hiç var olmamış olacaksın!”
( 277.sayfa)
Kitapta, anlatılan düzene ilişkin çok farklı kelime ve söylemlere de yer verilmiş. Kelime veya kavramlarla ilgili geniş açıklamalar için kitabın sonunda “EK” adı altında Yenisöylem Kuralları hakkında bilgi vermiş yazar. “Yenisöylem, Okyanusya’nın resmi diliydi ve İngsos ya da İngiliz Sosyalizmi’nin ideolojik gereksinimlerini karşılamak amacıyla oluşturulmuştu.”( 323.sayfa)
Ayrıca, kitabı dilimize çeviren Celal Üster’in kitapla ilgili düşüncelerini, romana, yazarın diğer eserlerine ait bazı bilgileri ve çeviri sürecini aktardığı bir bölüm de var: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört: Bir İnsanlık Karabasanı
“ George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı, bende, yaşamımın farklı dönemlerinde değişik etkiler, farklı izlenimler uyandırmış kitaplardandır…”( 339.sayfa)
“…Bana kalırsa, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, kuşkusuz, insanlığı bekleyen bir ‘total totaliratizm’ tehlikesine karşı edebiyatın bağrından yükselen bir uyarı çığlığıdır… Orwell’ın romanı, ‘geniş zaman’lı ve evrensel olmasının yanı sıra, ‘şimdiki zaman’lı ve günceldir de…” ( 346.sayfa)
Değerli çevirmen Celal Üster gerçekten titiz bir çalışma ortaya koymuş ve son sayfalardaki tespit ve yorumlarıyla önemli noktalara dikkat çekmiş. Bu anlamda çevirmenlik yolunda ilerleyenlere de güzel bir örnek oluşturuyor.
Aslında eserin birçok sayfasında altını çizdiğim o kadar çarpıcı satırlar var ki siz değerli okurlara ancak küçük bir bölümünü aktarmaya çalıştım. Eser, Winston’ın kendiyle verdiği mücadelesi, farkındalığını korumaya çalışması, güncesiyle geleceğe dair uyarı yapma çabasıyla, Julia’yla yaşadığı aşkla okuyucuda oldukça iz bırakacak bir karakter. Özellikle Julia’yla olan yakınlaşması, insanı boğan, yok eden acımasız sistemden bir an için uzaklaşması, okuru da çok etkileyecek yoğunlukta.
“…Kızın sözünü ettiği patikaya vardı Winston. Daha sonra kız da oraya geldi.”
“…Çok geçmeden uykuya daldılar. Winston uyandığında saat dokuza geliyordu. Hiç kıpırdamadı, çünkü Julia’nın başı kolunun üstündeydi. Makyajının Winston’ın yüzüne ve yastığa bulaşmış olmasına karşın, yüzünde kalan hafif allık gamzesinin güzelliğini ortaya çıkarıyordu. Batmakta olan güneşin sarı ışınları karyolanın ayakucuna vuruyor, cezvedeki suyun fokurdadığı ocağı aydınlatıyordu…”
( 160.sayfa)
Sizi karamsarlığa iten, öfkelendiren, şaşırtan, korkutan, kısacası birçok olumsuz duyguyu bir anda hissettiren satırlar olduğu gibi, içinizi ısıtan böyle cümleler de var. Aşkın insanı her durumda insanı aydınlatan ve ısıtan yanı olsa gerek. Karanlığın içinde bir ışık ve bir umut adeta Winston ile Julia’nın arasında geçenler. Bütün baskı ve yasaklara, duygulara da savaş açan acımasız bir sisteme rağmen…
1984’ü mutlaka okuyun derim. Birçok duyguyu yaşatacak, geleceğe ve insana bakışınızı gözden geçirmenize, birçok kavramı irdelemenize imkân sağlayacak bir eser. Ezber bozan ve bilinçlenmenize katkı sağlayacak düşünceleri edinebileceksiniz. Olası bir karanlık geleceğe dair güçlü ve etkileyici bir kurgu, kulaklardan silinmeyecek güçlü bir “çığlık” Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Eserin bazı bölümlerinde geçen; bilindik anlamlarından uzaklaştırılarak ifade edilen bazı kavramların “slogan” olarak ortaya konulması da dikkat çekici. Bu sözler, romana konu olan acımasız yönetim anlayışını simgeliyor bir anlamda:
“Savaş Barıştır
Özgürlük Köleliktir
Cahillik Güçtür.”
Distopik bir roman örneği olan “1984”, hem okuyucunun algı ve hayal dünyasını farklı bir boyuta taşıyor hem de esere dair bir yazı kaleme alacakları farklı bir yazma disipliniyle karşı karşıya bırakıyor. Aslında, her zaman, okurların karşısına doğru yazılmış bir yazıyla çıkmanın sorumluluğunu duymalıyız. En önemlisi de söz konusu eserin yazarına haksızlık etmeden yazınızı kaleme almanın endişesini taşımalıyız. Çünkü eleştiri ve kitap tanıtım yazılarının ayrı bir yazma süreci ve sorumluluğu vardır. Ben de ilk kez bu tarzda bir romana dair tanıtım yazısı kaleme aldığım için farklı bir yazma süreci yaşadım. Farklı kavramlar barındırması, geleceğe dair ortaya konulan kâbus senaryosu, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” ün farklı bir yaklaşımla değerlendirmesi ihtiyacını doğurdu. Ayrıca siz değerli okurlar için aşağıda eserde sık karşılaşacağınız bazı kavram ve isimleri derlemeye çalıştım. Ondan önce eserden birkaç alıntıya daha yer vermek istedim. Herkese iyi okumalar!
“Bir umut varsa proleterlerde olmalıydı.”
“…Parti’nin erişmeye çalıştığı ülkü, muazzam, dehşetengiz ve heybetli bir şeydİ; ürkünç makineler ve korku salan silahlardan oluşan bir çelik ve beton dünyası; uygun adım yürüyen, hepsi aynı şeyleri düşünen ve aynı sloganları atan, durmadan çalışan, savaşan, zafer kazanan, zulmeden bir savaşçılar ve bağnazlar ulusu; hepsinin yüzü birbirine benzeyen üç yüz milyon insan…”
Eserde Sık Geçen Kavram ve Kişiler:
Büyük Birader Winston
Parti Goldstein
Zafer Konutları Bayan Parsons
Nefret Haftası Syme
Düşünce Polisi Katharine
İngsos Julia
Gerbak Charrington
Barbak O’Brien
Sevbak
Varbak
Tele-ekran
Yenisöylem
Zafer Cini
Avrasya
Kardeşlik Örgütü
Okyanusya
Devrim